17 Kasım 2011 Perşembe

Denizler, günbatımı, kuşlar ya da çiçekler umrumda değil. Bana bunlar romantizm katmıyor. Güzel olabiliyor belki ama dünya üzerinde tablo gibi; sahte gibi. Bunlardan bahsetmek istemiyorum. Ben kusmuk atan o bedeni daha çok seviyorum. Olmasa güzel olurdu belki ama gerçekliği yakaladığımda daha çok seviyorum. Gerçeklikten uzaklaşmak için istemsiz çaba gösteriyor zihnim, yanlış bir tarzda aşık olduğumu hatırlatmaya çalışıyor. İyice kendimi kaptırayım istiyor. "Karşı cinse o kadar ilgi duy ki varlığını sorgulamayı unut" diyor. Orospu çocuğu. Haklısın aslında. Çünkü uzun zamandır kendimleyim ve o kadar alışmışım ki umarsamaz tarzıma. Heyecanlanmak, benim için öğrenilmesi gereken bir olgu haline gelmiş. Burda zihnim yine beni yanıltıyor aslında, daha önce de heyecanlandım ya da bağışıklılık kazanmışımdır. Bilemiyorum. İnanmak istemekle, inanmak arasındaki farkı düşüneyim derken bile inanıyorsun. Neden? Tek amaç gerçekten bir canlı daha getirmek mi? Tek amaç bu mu? Bunu istemiyorum, bazen istiyorum ama genel olarak istemiyorum. İnsan olmadan bu beynim olsaydı keşke, enteresan bir organ. "Nasıl buraya yazabiliyorum lan?" demeye başlayacak kadar sorgular oluşmaya başladı yine kafamda. Harika. Varoluş sorgusunu zihnimden çıkartamıyorum. Sosyal bir ortamdaki en ufak bir konuşma boşluğunda bile geliyor aklıma değişik versiyonlarda. Karşı cinsin yaratık olduğunu hatırlıyorum birden. Ben daha önce hiç dişi böceğe aşık olmuş muydum? Hayır. Eğer kendimi böceğin yerine koyup olaya bakarsam, insanlar da tiksinilecek varlıklara dönüşüyordu bu sefer. O halde karşımdakine neden ihtiyacım vardı ki? Ama kendimi kaptırırsam belki başka bir canlıya... Hayır, amaç aslında egomu tatmin etmek. Egomuz o kadar aç ki, cinayet işleyemiyoruz, rahatça yatırıp sikemiyoruz. Egomuz çok aç. O yüzden binaların arasında yarrak gibi takılıyoruz. Evet sonuç bu. Burdan vardığımız sonuç, sonuçsuzluk.
Belki de tüm bilgiler doğuştan bizde kayıtlı, ve bir şekilde o bilgileri tekrar ele geçirmek istememiz hayatta kalmamızı sağlıyor. Belki de keşfetmek dediğimiz şey, sadece hatırlamak. Bu yüzden rahatlıyoruz. Ve herhangi bir şeyi hatırlayamadığımızda bu yüzden rahatsız oluyoruz. Dünyaya ait tüm bilgiler her insanın içinde mevcut. Ve bir şekilde ulaşamadığımız için yeni doğmuş bebek yüzme bilmiyor ama o bilgiler kayıtlı olduğu için, yeni doğmuş bebek suyun içinde nefesini tutuyor. Çünkü bu hayatta kalması için koz olarak kullanacağı ilk bilgi. Suda nefesini tutmak. Doğuştan her şeyi biliyoruz, ama doğduğumuzdan itibaren o bilgileri hatırlamak için yaşıyoruz.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Olay tamamlanmak ya da bütünleşmek değil, rahatlamak. Hatta erkek açısından bakılırsa hakimiyet. Hatta ve hatta aslında seks bir yaralamadır. Öldürme isteğinin imitasyonudur. Bıçak yerine yarak kullanılır.

O yüzden güvenilir kişiler tarafından yaralanmak istersiniz. Çünkü şöyle bir bakılırsa, aslında o esnada hiçbir can güvenliğiniz yoktur sevgili bayanlar.


20 Ekim 2011 Perşembe

birileri var [1. bölüm]

köpeğim havlamaya başlamıştı. o sadece benim haricimde yabancı bir canlı gördüğünde havlar. bense zaten uyuyamıyordum. tüm gün adrenalinimi patlatmaya hazır bir tedirginlikle dolaşmıştım etrafta. çünkü geçen hafta hiç var olmayan paranın üzerinden oynamıştım kumarı ve kaybettiğimde o var olmayan para, borca dönüşmüştü. en geç bir hafta içinde var olmak zorundaydı. sürekli boncuklu tabancaları dolduran şeytanın cebimi doldurma ihtimalinden umutlanarak elimi cebime attım. hayır, hala var olmamıştı o para. uykusuzlukla karışmış, yoğun bir uyuma isteğinin göz kapaklarımın üstünde zıpladığını hissettim. bir hafta boyunca "her an gelebilirler" düşüncesiyle kapıldığım paranoyalar ve varlığımı korumak adına güçlendirdiğim dikkatim beni yormuştu. yatağımdayım. uyumak istiyorum. tavanı gözlerimle bulanıklaştırıp netleştirerek oynayabileceğim en sıkıcı oyunu oynuyorum kendi kendime. köpek daha güçlü havlamaya başlıyor. bağlı olduğu zincirin iki saniyede bir zemine çarpması beynimde yankılanıyor. bugün son gündü. parayı ödemedim. bugün son gündü! bugün borcum için verilen müddetin son günü müydü, benim mi? bu gece ölüyor muyum? alışkanlığım kendi sonumu mu getirecekti yani? penceremden vuran loş ışığa dokunmaya çalışıyorum. ışığı tutup çekmek istiyorum. bu yayılan ışığı ellerimle sıkıştırıp karşımdakileri kör edecek bir silah yapmak istiyorum. tanrı olmak istiyorum. şu an bulunduğum konumdan daha üstün bir şeye dönüşmek istiyorum. en azından bu gece ölümsüz olmak istiyorum. hatalarımın silinmesini istiyorum. metafiziksel bir şeyler arıyorum. yok! yok! yok! beynimi, düşüncelerimle birlikte dağılmak üzere olan bu kafatasından kaçırıp, fiziksel güç açısından mucizevi üstünlüğü olan bir bedene yerleştirmek istiyorum. yetersizliğin kokusu burnumu kanatıyor.

birkaç ayak sesi duymaya başlıyorum şimdi. olamaz! ellerim ve ayaklarım buz kesildi. kriz geçirmeden önce olur bu genelde. titremeye başlıyorum. varlığım sözkonusu ve ne olacağını bilmiyorum. tüm endişelerim, korkularım, şüphelerim, nefretim sıkıştırılmış bir kaya yığını gibi çöktü ciğerimin ortasına. ayak sesleri yaklaşıyor. ve bu kaya yığını damarlarımı çatlatan bir öfkeye dönüşmeye başladı. hayatta kalmak için atılan son yumruk, tanrının elinden çıkmadır. hayatta kalmak için yapılan son koşu, rüzgarların diz çöküşüdür. hayatta kalmak için verilen son mücadele, izleyenlerin ayakta alkışlayacağı en müthiş sahnedir. izliyor musun tanrım? yatağımdan fırlıyorum. her sorunumda bana ortak olan halı desenleriyle bakışamayacak kadar tedirgin ve çalkantı içindeyim. bu loş ışıklı, müstakil evin koridorunda hızlı adımlarla yürüyorum. içinde özel eşyalarımın bulunduğu ve genelde kilitli olan odanın kapısını hışımla açıyorum. içerisi çok dağınık. nerde!? silahım nerde!? okey taşlarını karıştırırcasına yokluyorum odanın her tarafını. gözlerim kararıyor. nokta nokta olan o yeşil şeylerden görüyoum. reflekslerim, odaklarım... her şey son seviyede. köpeğim acıklı bir şekilde uluyor. zar zor duyuyorum. ses kesiliyor sonra. tıkırtılar duymaya başlarken ben de yavaş adımlarla, derin nefeslerle ve bir elimle duvarlara dokuna dokuna ilerliyorum. kalbim parçalanmak istercesine çalınan bateriye dönüştü. nerde?! nerde!? tamamen unutmuşum! yatağın altına koymuştum. evet. hiç olmadığım kadar hızlı koşup yatağı tuttuğum gibi fırlatıyorum, yatağın pencereye girmesiyle cam patlıyor. şırıl şırıl akıyor cam kırıntıları. silahımı alıyorum. normalde iki kişiyle zar zor kaldırılabilen bu yatağa takla attırmıştım. hayır, buna şaşıracak vaktim yok. garip bir ses daha duyuyorum. tanrısal bir ölümsüzlük hissi kaplıyor beni. güçlendikçe güçleniyorum. ani bir evrimleşme süreci başlıyor, daha fazla nefes.


patlayan camdan kafamı çıkarıyorum. köpeğim yerde ayaklarını oynatmak için çabalıyor. kanı parlıyor ay ışığında. yok olmak üzere. benim kadar tedirgin değil. köpeğim. yok oluyorsun. sende amaçsız insanların uyuyuşunu görüyorum. köpeğim. yok olmak üzeresin. o kadar iyi değildi burası. aferin oğlum. güzel yok oluş.

...

18 Ekim 2011 Salı

kaydedilmiş iç ses [2]

olay tamamlanmak ya da bütünleşmek falan değil; rahatlamak.

sigaranın ciğerlerden vücuda yaydığı, yiyeceklerin mideyi doldurmasındaki, yastığın soğuk tarafındaki rahatlık gibi. marka farketmez. bahçesi, fabrikası, kumaşı farketmez. istenilen sadece rahatlık. ve bu yüzden insanlar bu rahatlamaya eriştiklerinde, rahatlamanın belirsiz bir süreç sonra bitecek olmasına aldırmazlar. bu ihtimali hızlı ve yüzeysel bir şekilde, kendilerini rahatsız etmeyecek şekilde geçirir akıllarından. ve bu yüzden en küçük bir sorunda bile bu rahatlamanın sona ereceği ihtimalinden korkarlar, endişeye kapılırlar. bazıları daha konforlusunu gördüklerinde, elindeki rahatlığı bırakır ve diğerini hedef alır. kendisi farkında olmasa bile, hedefine varış süreci onu dozaj dozaj rahatlatır. bazıları çabuk tüketir rahatlıklarını ve yeni rahatlamalara koyulurlar. bazıları alıştığı rahatlıktan başka bir şey istemez. kimiyse yoksunluk içinde en çirkinine bile razı ve seçiciliğini kaybetmiş haldedir. insanlar diğer maddeler gibi sadece rahatlama aracı ama "temel rahatlama aracı". işte ayrıştığımız nokta burada. kim ne kadar rahatlamak istiyor?

zaman karmaşası ve belirsizlik

şimdiki zamanda pek de hatırlanmaz geçmiş. hücrelerin gelişiminde, yara izlerinde, davranışlarda, şüphelerde, korkularda ve daha pek çok şeyde bizimle gelir ama genel olarak hatırlanmaz. belki de bu yüzden hatırlanmaya ihtiyaç duyulmaz. şimdiki zaman, sürekli yeni bir geçmiş yarattığı için gelecek zaman daha cazip gelir. ama gelecek bir ütopyadır aslında. gelecek zaman bilinmezliğiyle bir tanrı gibi ve tahmin edilmeye çalışılmasıyla şimdiki zamanın peygamberi. tam olarak şu an yaşadığımız şey gelecek mi yoksa şimdiki zamanın vajinasından taze fışkıran geçmiş mi? yanılıyoruz. gelecek yok. kontrol bizde değil. ama bu yanılsamayı örtecek benlikler yerleştirilmiş içimize. hayatta kalma güdüsüyle zincire vurulmuş bir dünya hapishanesindeyiz. ve birbirimize karşı her şeyiz. düşman, dost, sevgili, yardımcı, patron... zaman içinde yer değiştirebilen ve kaybolabilen konumlardayız birbirimize karşı. ve şaka gibi. hala kontrolün bizde olduğunu sanıyoruz. hala...

amaçsızlık

36lık tek kırma tüfeği bırakıp, 12lik profesyonel yarı otomatik tüfeği aldım elime. uzun bir dağ yürüyüşünden sonra ovaya ulaştım. ve atış alanımdı burası benim. yerde sürü halinde duran kuşlar ilgimi çekmiyordu. antrenman yapmak için ordaydım ve uçan kuşu hedef alıp tüfeği patlattığımda, kuşun kanadının kapanışını, uçak gibi yere çakılışını izlemek hoşuma gidiyordu. çünkü yok eden bendim. kendimi geliştirmek adına vurduğum kuşları belli bir yere topladıktan sonra, keklik avlamak için o bölgeden uzaklaştım. gökyüzüne baktığımda 4 karganın kendilerine eksen oluşturarak ve halka çizerek aşağıya, benim kuşları topladığım yere inmeye başladıklarını gördüm. tüfeğin sesi yeterdi onları dağıtmama ama yapmadım. zaten o diğer kuşları amaçsızca öldürmüştüm aslında. kendimi, cansız cisimleri havaya atıp onları patlatarak da geliştirebilirdim. o kısmı tamamen bahane. bu amaçsızlık olarak görünen şeyin içindeki sadece dürtü. canlı, kendi halinde hareket eden bir şeyin varlığını sonlandırmak. dünyadan bir fazlalık atmış gibi hissetmek. sanki kendi bölgemin alanını genişletmek istiyormuşum gibi düşünülebilir. gayet şehre inip fast food falan tıkınabilecek seviyede bir varlık olmama rağmen, tüm ilkel dürtülerimle ordaydım. ve kargaların benim vurduğum kuşları yemesine izin verdim. bu amaçsızlığım bile, hayvanseverlerin beni görselerdi "vahşet" olarak adlandıracakları bu şey bile, doğanın dengesi ve sürekliliği için bir adım olmuştu. kargalar... para ödemeden yemek yediler. daha ne yapayım lan?