6 Ekim 2011 Perşembe

bir adam ölmek üzereyken

hayatının sonlarına doğru, fiziksel yetersizliklerini maddesel yeterliliklerle örtmeye çalışıyordu. kendi kendisine yetersiz gelmenin yarattığı kompleksle, parasını da, herhangi bir eşyasını da kaybetmek istemiyordu. hayatta kalma güdüsü onu daha da cimrileştirmişti, hiç olmadığı kadar. sevgiye ve paylaşmaya gelecek olursak, bu hisleri beslediği insanlar ölmüştü. son tutunuşlar; mağlup olmak istemeyişin asiliği ve kemiğin bıçağı kesmek isteyişinin imkansızlığıyla karışık bir bulantı oluşturmuştu onda. yüzündeki çizgiler, cesedi için otopsi gerektirmeyen bir yaşantının belirtisiydi. yüce sayılan bir birikimin nasıl son bulduğunu anlatıyordu ve gençliğinde durmadan keserek sertleştirdiği sakalları artık tekrar saklanmıştı hiçliğe. duyguları azalmıştı, ya da o kadar artmıştı ki hissedemez olmuştu. yoğun acıdaki uyuşukluk hissi gibi. kararsızdı. ve bir şeylere inanmak istiyordu. eğer bir koruyucu bulamazsa, eğer insandan başka üstün bir varlığa tutunmazsa tamamen yok oluş korkusunun dayanılmazlığında boğulacaktı. inandı. inandı. ve inandı. arada bir kendisini kandırdığını söylüyordu beynin içindeki ikinci beyin. ama bu ihtimalden o kadar korkuyordu ki, inanmaya devam etti. hala cimriydi, çünkü bir zamanlar kendi kendine yetiyordu, karşı cins için yeterliydi, birçok şey için yeterliydi. gücünün sınırlı olduğunun farkındaydı ama onun için yeterliydi. hala cimriydi, çünkü ona yardım edecek insanlar da aynı yok oluşun eşiğinde duracaklardı. onun isteği, bu dünyada kendi sonsuzluğunun garantisini kesinleştirmek ve rahatça uyuyabilmekti. onun isteği üstünü birilerinin örtmesi değildi. bunca yıldır karşı koyan, isteyen, yapan bir ego; bugün yok oluşun eşiğindeydi. aynada her gün kendine bakmak gibi, bu değişimi hiç farketmemişti ama son günlerde içini dolduran bu boşluk, dayanılmazlık meşalesini yakmıştı sonu yakın bir bedende. sonu yakın bir beden... sonu yakın... son.

1 yorum: