23 Eylül 2011 Cuma

yaratılıştan düşünceye

hastanedeydim. acil bölümünde 10 yaşında özürlü bir kızın titreye titreye can çekişmesini izledim bir süre. ölmeli miydi, var olmamalı mıydı, bilmiyorum. kızın babasını çağırdılar. sonra ben kendim için acele etmektense biraz daha izledim. kızın babası, kızın sağlık karnesini masaya koydu ve o fotoğrafa baktım. sadece izliyordum, empati yapamadım bile. bu görüntülere alışığım aslında ama yine de merakla izlerim. doğa olaylarında olduğu gibi.

bunun öncesinde, üst katta kbb bölümünün yanında emzirme odası vardı. beklerken bebekleri inceliyordum ve çocukları. anneleri pek önemsediğim söylenemez. onlar sadece işini yapmıştı. 7 yaşlarında bir çocuğun anatomik yapısı dikkatimi çekti. ensesi garipti. kas neredeyse hiç yok gibiydi ve eklemleri çıkıntılıydı. burun delikleri tamamlanmamıştı. ve bir başka çocuğun kafatası yamuk dikdörtgen gibiydi. rahimde hatalı oluşmuş gibi. oraya ulaşması gereken sperm o değilmiş gibi. sonrasında bebek emzirmek hakkında öneriler veren bir tabela dikkatimi çekti, ve hemen yanındaki doğru emziren bebekle yanlış emziren bebek karşılaştırması. önerilerde yeni doğan bebeklere su dahil olmak üzere anne sütünden başka hiçbir şey verilmemesi gerektiği yazıyordu. bebek olmaktan çıkınca karmaşık olarak her şeyi tüketen bir canlıya dönüşecekti. işte garipsediğim ve dalgınlığımı arttıran düşünceler orada başladı. emzirme odası... diğer bütün canlılar doğadaydı, dışardaydı, biz binadaydık. kadının gençken annelik güdüsüyle sararak tuttuğu kitaplar, bebeğe dönüşmüştü. ve ben tüm bu zihinsel çıkarımları yapmaya başlarken onlar hala dünyaya gelen bir canlının varlığını sürdürebilmesi için uğraşıyorlardı. erkek olarak arzuladığımız memenin asıl amacı kadının kendi yavrusunu beslemekti. vücudunda ekstradan bir şey var ve bunun amacı yavru beslemek. eşantiyon olarak da bizi tahrik ediyor işte. bu bi tür bonus, haricinde neredeyse hiç bulaşmayacağız bu üreme işine. bana tüm bunlar enteresan geliyor. düşünebiliyorsun, mucizevi şeyler yaratabiliyorsun ama başlangıç noktası meme emzirmek.

emzirme olayının varlığını sürdürmesi bana insanın yeterince evrimleşmediğini düşündürdü o an. bir taraftan içgüdülerine tutsak, bir taraftan onu bastırabilecek bilince sahip olabilecek bir canlı. iki uçlu karmaşık bir yapı. ne kadar uzun menzilli atış yapabilen silah üretilse de, yumruğunu kullanmak isteyen bir canlı. ne kadar aşıkken sevdiği için sayfalarca şeyler yazsa da, bunun uğruna kurallar tanımasa da, aşkın amacı sadece iki karşı cinsi bebeklerini büyütebilecek kadar birbirlerine yakınlaştırmak. hatta tüm içgüdülerinin getirisini ve götürüsünü bilse de bundan kopamayacak bir canlı. kardiyolog olmak kalp krizi geçirilmeyeceği anlamına gelmez sonuçta. ama bu iki uç kavramın birleşmesini tehlikeli buluyorum. hem hayvan olup hem düşünebilmek korkunç. neyse ki bizden korkunç olan doğal afetler ve tesadüfler var. bu tehlikeyi kendi tehlikeleriyle gideriyorlar bunlar da.

bir şeyler yiyorsun, bu sana enerji veriyor. strateji oyunu gibi her şey. aynı zamanda "boş zamanında ne yaparsın?" sorusundaki boş zaman hayatın kendisi. yeryüzünden hastalık kapıp, yine aynı yeryüzünde hastalığa iyi gelecek bitkiler bulmaya çalışıyorsun. bunun yanısıra hasta olunmazsa, bağışıklılık sistemi güçlenmiyor. bilinç ve içgüdü, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru yanlış, olumlu olumsuz.. her şeyi birbirine karıştırmışlar. ama bu düşünebilme yetisinin olması gerektiği beden bu değilmiş gibi. sanki beynin daha üst mekanizmaya sahip bir bedene ihtiyacı var. bunu hep garipsedim ve bu konuya hiçbir bilgim yokmuş gibi yaklaştım her zaman. insanlarla konuşurken bile aklımın bir köşesindedir yüzeysel olarak. anlaşmak için kendi aramızda kullandığımız diller bile farklı. bulunan en eski insan fosili 3.5 milyon yıllık. bir de bundan sonraki 3.5 milyon yılda, eğer ki devam ederse neler olabileceğini bir düşünsene? kotası dolmuş bir dünya gibi gözüküyor burdan bakınca.

tüm dünyanın temelinde cinsellik var. peki ya olmasaydı? işte buna kısmen ben yanıt verebilirim sanırım. kullandığım bir ilaçta yan etki olarak ereksiyon kaybı, boşalmada güçlük ve cinsel isteksizlik vardı. bunun sonucunda olan şey şu; karşı cins sıradanlaşıyor. normalde yalamak istediğiniz, her türlü şeyi yapmak istediğiniz canlı, tüm bunları düşününce tiksinç hale dönüşüyor. ve bu psikolojiyi sikip atıyor. zaten çoğu hormon buna bağlı olarak salgılanıyor. mutluluk ve üzüntünün en üst seviyeye ulaştığı tek mevzu karşı cins zaten.

cins demişken bazen de, aynada uzun süre kendine bakınca, hamam böceği nasıl bize tiksinç geliyorsa biz de onlara öyle geliyoruzdur diye düşününce, göz kapaklarıma kurbağanın göz kapaklarına bakar gibi bakıyorum. ve "yaratığım lan ben" diyorum.

sadece bir kısmından bahsettim. yani ortalık karışık ve sadece izliyorum. ve öncel süreçler hakkında tahmin falan yürütüyorum. tek yapabildiğim bu. soyut olanı sorgulamanın zaman kaybı olduğunu anladığımda, ben de var olan nesnelere odaklandım. yazı da dağınık; ne de olsa karmaşık bir canlının karmaşık düşünceleri olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder